13 Mayıs 2011 Cuma

CHATEAU DE BELOEIL (BELOEİL ŞATOSU)


Belçika'nın en ünlü şatosu. Fransa'daki Versailles Şatosu'nun Belçika versiyonu olduğu söyleniyor ama Versailles'ın fotoğraflarına bakarsanız biraz yandan yemişi gibi göründüğünü farkedersiniz.

13. yüzyıldan bu yana Ligne prenslerinin yaşadığı şato olarak biliniyor. Her yıl nisan, mayıs, haziran ve ağustos aylarında ziyarete açılıyor. 25 ha bir arazi üzerinde yeralıyor. İsterseniz yalnızca şatoyu ya da bahçelerini gezebilirsiniz. Hepsini göreyim bir kerede bitsin diyorsanız 8€, yalnızca bahçeleri göreyim şato içimi karartır diyorsanız da 4€ verip dolaşmaya başlıyorsunuz.

Ben yine hayal kırıklığı yaşadım. Daha görkemli birşey bekliyordum sanırım, beklentiyi yüksek tutmamak lazım. Şatoyu gezmeye gittiğimizde bir hafta önce açılmış bir çiçek sergisinin de son günüydü. Her taraf çürümekte olan çiçeklerin kokusuyla dolmuştu belki ondan ben bu şatoyu pek beğenmedim. Zaten eşyalar çok şatafatlıydı birde o pis kokan koca koca çiçekleri doldurmuşlar odalara, iyice iç karartıcı olmuştu. Daha sakin bir zamanda gidilse belki böyle olmazdı.

Ancak Beloeil Şatosu'nun kütüphanesi çok güzeldi. 20.000'den fazla kitap -ki bunların bazıları neredeyse bulunmayan kitaplarmış-, 3500'den fazla da el yazması mektup bulunmaktaymış. Aşağıda gördüğünüz kütüphane benim en çok sevdiğim bölümü oldu kütüphanenin.


Fotoğrafta masanın karşısında sol köşedeki kapıdan çıkınca yağlı boya tabloların bulunduğu bir koridora çıkıyorsunuz. Buradaki tablolar arasında bana bir tanesi çok tanıdık geldi, size de gelecektir diye tahmin ediyorum. Hatta tarihe " ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" diyerek imzasını atmış. :)


Neyse, bu koridordan sonra bir salondan geçtik başka bir salona geldik falan falan. Ama bir vitrin vardıki kütüphaneden sonra ilgimi çeken diğer bölüm şatodaki.


Vitrinde sol alt köşede "savaşta esir edilen Osmanlı Sultanı'nın üzerinden çıkanlar" yazıyor. Sinir bozucu ama ilgi çekiyor. 

Şatonun tamamını gezemiyorsunuz. Ziyaretçiler için açılmış salonları ve odaları gezdikten sonra bahçelere çıkıyorsunuz. İsterseniz yürüyerek gezebilirsiniz, isterseniz 2€ verip traktöre takılmış römorklarla yapılmış trenimsi şeyle gezebilirsiniz. 

Bahçeye çıktığımda aklıma gelen ilk şey, 1600 - 1700 lerde konusu kimin eli kimin neresinde belli olmayan, bahçede oynaşan asilzadelerin anlatıldığı Fransız filmleri oldu. Ama hakkını yememek lazım bahçeler gerçekten güzeldi. 

Şatonun etrafı Keukenhof'daki (Lale Bahçeleri) gibi kanallarla çevrili. Ben bi şu bahçeye zıplayıp bakayım diyemiyorsunuz. Paşa paşa kapıdan giriyorsunuz :) Kanallarda eceliyle ölmeyi bekleyen tosuncuk balılar da var. İşte böyle...

Anlatırken biraz daha hoş gözüktü gözüme.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder