27 Nisan 2011 Çarşamba

BERCK KITE FESTIVAL (UÇURTMA FESTİVALİ)

Uçurtma deyince aklıma hep çocukken defter kağıdından yaptığım saçma sapan uçurtmalar ve birde ''uçurtmayı vurmasınlar'' filmi geliyor. Film burada biraz acılı kaçıyor tabi.

Uçurtmanın ne kadar populer olduğunu ve dünyanın birçok yerinde festivallerinin yapıldığını bu festivale gitmeye karar verdiğimizde öğrendim. İnternette ''kite festival'' diye arattığınız zaman karşınıza çıkacak festival listesi bir hayli uzun.

Berck, Fransa'nın kuzeyinde, Calais bölgesinde bir kasaba. Bazen ismi ''Berck Sur Mer'' olarak da söyleniyormuş. Yaşadığım Jurbise kasabasına uzaklığı 214 km., yaklaşık 3 saatlik bir yol. Ukem Barış'a en yakın nokta.

Biz bu aktiviteye gitmeye karar verdiğimiz andan itibaren, '' Türk piknikçi'' genlerim kıpraşmaya başladı. Bizi gittiğimiz yerde az rezil edecek şekilde piknik çantasını hazırladım, sabah ilk trenle gelen Ayşenur çocuğunu istasyondan toplayıp yola koyulduk. Yol tabi beklendiği üzere 3 saat sürmedi, trafik nedeniyle daha fazla sürdü.
Ama yılmadık ve Berck'e ulaştık. İnanılmaz kalabalık trafiğin ardından inanılmaz kalabalık bir festival alanı (bu arada festival alanı Berck Plajı) görünce, bu ne yaa demekten alamadım kendimi. Ama gördüğüm uçurtmalar karşısında ''biz uçurtma görmemişiz'' diye de geçirdim içimden.

Önce biraz festival çarşısında dolaştıktan - aslında ona dolaşmak denmez, yürümeye çalıştık - sonra plaja indik ve duvar kenarında, kendimizce beğendiğimiz bir yere oturup tezgahımızı açtık. E tabi öyle rahat rahat sereyim malzemeleri, yakayım piknik tüpünü gibi olmadı ama yine de etraftaki aileler basit küçük sandviçler, kraker, bisküvi gibi şeyler atıştırırken bizim çantadan mücver, köfte falan çıkınca biraz şaşırdılar. :) Tabi bu arada etrafta rengarenk, birbirinden güwel uçurtmalar uçuyor, bizde öyle hayran hayran bakıyoruz etrafa.

Bir süre sonra sözleştiğimiz üzere sevgili arkadaşım ve üst komşum Çiğdem ve eşi Şener abi ile buluştuk. Duvar dibi mekanımızdan ayrılıp, gösterilerin yapıldığı piste yakın bir yere konuşlandık. Sanırım Çiğdem'de de bende kıpraşan genlerden varki, onunda çantasından mercimek köfte, kek, meyve falan çıktı. O kalabalıkta başka bir Türk'ün gelip bizi bulması daha da kolay hale geldi anlayacağınız :))

Bu arada biz hem yiyip, hem etrafı izlerken takım yarışmaları yapılıyordu. Yarışma aralarında da enteresan danslarıyla (ki bazılarımız buna modern dans diyor) bizi bizden aldılar. Hava o kadar güzeldi ki... Ne güneşten bayılacak kadar sıcak, ne saçınız başınız birbirine karışacak ve tüm deliklerinize kum kaçacak kadar rüzgarlı idi. Yaniiii Berck uyumu yakalamıştı :P  Saat 6'ya kadar olan bölümü izledikten sonra biz köyümüze dönmeye karar verdik, Çiğdem'ler gece gösterilerini de izlemek için kaldılar.

Şimdi başka umurtma festivallerinin de tarihlerini buldum. Mesela 1 - 2 Mayıs tarihlerinde İngiltere'de iki yerde var; biri East Yorkshire Kite Festival, diğeri Layer Marney Kite Festival. Aslında http://www.thekitesociety.org.uk/events.htm     sitesi bu konuda size daha çok yardımcı olabilir. Youtube'dan da videolarını izleyebilirsiniz.

Sevgiler...

25 Nisan 2011 Pazartesi

YAŞASIN OSMANLI!!!!!

Bu enteresan etkinliğin tarihleri de 23, 24, 25 Nisan. Her sene düzenli olarak yapılıyor mu hiçbir fikrim yok. Fransa Bavay'da başlıyor ve Belçika'nın Velzeke kasabasında bitiyor. Neden bu güzergah hiçbir fikrim yok (idi). :))  Ancak Velzeke ile ilgili araştırma yaptığımda, hepimizin Asteriks filminden bildiğimiz Gallia'nın aslında Belçika'nın Flaman bölgesinin doğusunda olduğunu ve Roma yollarının buradan geçtiğini öğrendim.

Etkinlik 4 saat sürüyor ve iki bölümden oluşuyor. İlk bölüm piyade eğitimlerinin tanıtımı, ikinci bölüm şövalyelerin tanıtımı.
Biz ilk bölümü seyrettik, tabiki konuşmalardan hiçbir şey anlamadık.  Yalnızca ''sol, sol - sol, sağ, sol'' olduğunu tahmin ettiğimiz komutları anlayabildik. Bu aktiviteyi izlerken ah dedik bi Mehter Bölüğü olsaydı da tüm heybetiyle gelip bu etekli adamları kovalasaydı.

Bi noktadan sonra iç bayıcı hale geldiği için ortamı terk edip Ath merkeze birşeyler içmeye gittik. Sonrada tren istasyonuna gidip, bizim çocuğu trene bindirip evine yolladık. Sıkı sıkı tembih ettik, yolda yiyecek içecek satan amcalardan uzak dur, tanımadığın insanlarla konuşma dedik.

Güzelce evine varmış bizim çocuk.

MASTIR ŞEF, SUCUKLU YUMURTA VE MİSAFİR (!) AYŞENUR

Master Chef programı başladığından beri çeşitli TV programlarında, özellikle Okan Bayülgen'de çok bahsini duyar olduk. Birkaç defa da seyretmeye çalıştığımı itiraf etmek istiyorum. En son seyrettiğimden aklımda kalan, masada yemek yerken insan gibi davranmamız , yani öyle kaşığı gırtlağımıza kadar sokmamamız gerektiği. Hadi soktuk diyelim çorbayı öyle ağzımıza döker gibi içmemeliymişiz. Fransızlar kaşığın ucuyla, İngilizler ve Amerikalılar kaşığın yanıyla kibarca içermiş çorbalarını. Benim aklımda bu kaldı çünkü o esnada aklıma, biz kaşığa nasıl muamele ediyoruz sorusu takıldı. Her neyse, konumuz insanı ifrit eden bu Master Chef ekibi değil elbette. Bizim evdeki mastır şef Seçkin Paşa!

Geçtiğimiz pazar sabah kahvıltısında, Seçkin Paşa bize patatesli, rende kaşarlı, sucuklu yumurta yaptı. Tabiki mastır şef olduğu için bu kadar çok malzemeli ''birşey'' yedik. Zira sucuklu yumurta diyerek olayı basitleştirmek istemiyorum :) Paşa'm şaheserini icra ederken bizde Ayşenur'la kahvaltıyı hazırlayıp beklemeye başladık. (Bu arada şunu belirtmek istiyorum, buradaki arkadaşlarımız Ayşenur'un 6 ay için Belçika'ya geldiğini ve haftasonlarında görüşeceğimizi biliyorlar ve sorarken ''misafiriniz geldi mi?'' diyorlar.) Nihayet hazır olan sucuklu yumurta aleyisselamı tabiki mastır Paşa tabaklarımıza servis etti, zira biz maraba takımı tavadan yemeye kalkıp o şaheseri mahvedebilirdik. Zaten ne İngiliz ne Fransız olmadığımız için kaşığın neresini ağzımıza sokacağımızı düşünmekle meşgulken, Paşa'm, tavadan yiyerek daha da korkunçlaşmamızı engelledi. Ayşenur'un tabağına servis yaparken '' abi bunun sucuğu az oldu sanırım'' diye Paşa'ya çıkışmak cesaretini gösterdi bizim misafir(!)  :))) Sanırım artık misafirliği (!) bitmiş olacak ki tabaktaki sucuk miktarından hoşnutsuz kaldı Ayşenur :)))))

Biz Ayşenur'u böyle seviyoruz ve haftasonları kendisiyle vakit geçirmekten keyif alıyoruz...

24 Nisan 2011 Pazar

TROLLS AND THE LEGENDS FESTIVAL

Festivaller diyarı Mons'dan merhaba. Yeni bir festival haberi ile yeniden birlikteyiz. Efenim bu seferki festivalimiz Trollerle ilgili. Troll ne derseniz, kısacası, İskandinav mitolojisinde mağaralarda yaşayan, büyük, kıllı, pis kokan canlılar (burada Yiğit Özgür'ün Gerizekalı'sından alıntı yapmadan geçemeyeceğim. ''Polislerimize tavsiyem biber gazı kullanmasınlar lütfen. Rezalet bir kokusu var ve haftalarca insanın üstünden çıkmıyor. Ben de biber gazı taşıyordum oradan biliyorum. Bir gün fakir bir adamcağıza çok acıdım. Ölsün diye sıktım. Sigara içtiği için alev aldı, yandı öldü...'' ). Festivalde şükür ki yalnızca troller yoktu, elfler de vardı.

Festival, Mons Expo'da 23 - 25 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Girişi 5€ olan, otoparkına para ödemediğiniz, içerisinde çok güzel malzemeler olan ve fakat fahiş fiyatla satılan bir festivaldi.

Festival alanına geldiğimiz andan itibaren hayli değişik bir festival olduğuna hep beraber kanaat getirdik sanırım. ''Hep beraber'' ekibi ben, Seçkin ve Leuven muhabirimiz Ayşenur. Tabiki park yeri ararken içeriden çıkan, değişik kostümlü insanlar gördük. Bu değişik kostümlerin ne kadar değişik olduklarını içeri girdikten sonra daha iyi idrak ettik.

Biletlerimizi alıp içeri girdikten sonra bambaşka bir dünyaya geldiğimizi düşündüm. İlk etapta küçük bir resim sergisi karşıladı bizi. Ne yalan söyleyeyim daha iyilerini çizenler gördüm. Hemen buradan Yalım'ın kulaklarını çınlatmak istiyorum. Resim sergisinden sonra esas festival alanına girdik. Girdiğimizde gördüğüm manzara kaşısında bakakaldım. Etrafta çoğunlukla elf kostümü giymiş, birbirinden enteresan makyajlar yapmış insanlar dolaşıyordu. Hayır aklınıza festivalde görev almış insanlar oldukları gelmesin. Gayet güzel evlerinde hazırlanmış, süslenmiş, boyanmış, elf kulaklarını takmış aileler vardı. Anne - baba - çocuk bu şekilde hazırlanıp gelmişler. Gördüğümüz bu manzara kaşısında ben şahsen hayretlere gark oldum. Kendinizi Orta Çağda, Orta Dünyada hissedebileceğiniz kadar çok kostümlü insan vardı.

Sanırım birçoğumuz Yüzüklerin Efendisi filmini izlemişizdir. Orta Dünya'da geçen bu filmden çok hoşlanmıştım. Bu festivalde de bu tarz manzaralarla kaşılaşınca çok keyif aldım. Eğer isterseniz hemen oradan siz de bir kostüm edinip ortama ayak uydurabilirsiniz. Her türlü aksesuar mevcut. Elbiseler, ayakkabılar, takılar, kulaklar, kılıçlar... ne ararsanız var yani.

Festival alanının büyükçe bir kısmı da FRP oynamak için ayrılmış. Masalarda, oyunu daha hissedip anlayabilmeniz için :) kostümleriyle oynatan şahsiyetler vardı. Ortamın gazıyla canınız oyun çekiyor tabi ama, hayatında bir kere FRP oynamış, o oyunu da hatırlamayan (en iyi hatırladığım nokta ukemle birlikte ilk kez oynadığımız idi), üstelik fransızcası ''je suis Banu, comment ça va?'' dan ibaret benim için olanaksızdı tabi. Olsun, böyle bir şey yapamayı istemem bile hayli ilginç :)

Festival alanında daha öncede söylediğim gibi her türlü malzeme mevcut. Bunlardan biride Troll birası. Herşeyin birası olur Troll'ün olmaz mı? Neyseki birayı Troll'den yapmıyorlar, yalnızca ismi Troll, ''Cuvèe des Troll''. Yanlış değilse eğer ''bira fıçısındaki Troll'' demek. Bu bira markası üzerinde reklamının olduğu  bir sürü ürün satıyordu. 6'lı bira paketi, t-shirt (2007 ve 2011 t-shirtleri), bardak, G string, prezervatif gibi :) Bu da benim için ayrı bir ilk oldu. Hayli ilginç geldi bana, biz t-shirt, bardak gibi gayet sıradan hediyelikler yaparken bu arkadaşlar kendilerini aşmışlar.

Diğer ilginç olan şey ise ortamda canlı bir atmaca ve baykuşun bulunması. Gandalf çakması bir amca ve onun atmacası. Evcil atmacayı kolunuza alabiliyorsunuz. Tabi ben bunu boş geçmedim. Amcadan rica ettim, eldiveni takıp atmacayı koluma aldım. Zaten amca ve atmacasının orada bulunma amacı bu idi sanırım. Evcil atmacaya eldiveni taktığınız sağ elinizi uzatıyorsunuz, sahibide hayvana birşey fısıldıyor, o da hooop kolunuza konuyor ve sakin sakin etrafa bakıyor. Hayvan koluma konduğunda sarılıp bi öpesim gelmedi değil ama huyunu suyunu bilmediğim hayvan, belli olmaz deyip vazgeçtim. Baykuşu göremedim, onu Ayşenur görmüş.


Eveeet, bu da festivaldeki yeşil arkadaşım. Ben biraz soluk kaldım yanında tabi. Bilsem biraz makyaj yapar giderdim ama yine kurtarmazdı sanırım. Bu yeşil kardeşten daha yeşil, asma ve sarmaşık yapraklarıyla bezeli bir abla vardı ki makyaj yarışması yapılsa bana göre birinci o olurdu.

İşte böyle arkadaşlar. Dolu dolu geçen bir festivaldi yani. Hayal kırıklığı yaşamadan vakit geçirdiğimiz, bilgimizi görgümüzü artırdığımız hoş bir aktivite. Seneye bu vakitler bu taraflara gelecek olursanız internetten bir araştırın ve bu festivali görmek için vakit ayırın derim.


Vedui'il'er (Hepinizi selamlarım - elf dili) :))

20 Nisan 2011 Çarşamba

DANIEL TOUTAIN SEMİNERİ

Sevgili Aikido severler, burada katıldığım başka bir seminerden söz etmek istiyorum. Gerçi ben bu seminere Aysevil'le buluştuğum zaman gitmiştim. Benim yazıya dökmem biraz zaman alıyor. 


Daniel Sensei ile ilgili bilgiyi internetten bulabilirsiniz biliyorum ama ben yine de kısaca bahsetmek istiyorum.

1968 yılında Aikido çalışmaya başlamış ve 1978'e kadar Masamichi Noro Sensei ile, daha sonra Nobuyoshi Tamura Sensei ile çalışmış. Ve en son aradığını Morihiro Saito Sensei'de bulmuş ve onun yanında kalmış, uzun yıllar uchi deshiliğini yapmış. Yani kendisi Iwama Ryu çalışıyor. Aslında bize çok uzak değil. Biz de Ken - Jo antrenmanı yapıyoruz, 31 kata (ki bu katayı öğrenmeyi sayılarla daha  kolay hale getiren Saito Sensei'dir) ve bukiwaza çalışıyoruz. Mart 2002'de Morihiro Saito Sensei tarafından kendisine 6.danı verilmiş. Fransa'da yaşıyor, bir çok ülkeye seminerlere gidiyor.


Seminere gitmeden önce kaygılarım vardı. Ben Aikikai'yi çalışıyorum acaba nasıl olacak diye. Fakat Daniel Sensei o kadar alçak gönüllü bir insanki hemen o kaygılardan kurtuluyorsunuz. Öncelikle, bütün seminer boyunca bana tercümanlık yapması için bir öğrencisini yönlendirdi, çalışma boyunca da desteğini ve açıklamalarını eksik etmedi. Patrice'e tercümeleri için buradan bir kere daha teşekkür etmek istiyorum. Aralarda dinlediğim Saito Sensei anıları ise daha da keyif kattı seminere.

Buraya geldiğimden beri katıldığım en güzel seminerdi diyebilirim. Kendimi rahat hissetiğim, katılmaktan mutlu olduğum bir seminer. 31 kata çalışırken kendimi Ankara'daki Dojo'mda hissettim. Ya da taijutsu çalışırken yokomen uchi kotegaeshi de hocamın dersinde gibi hissettim kendimi. 

İşte böyle arkadaşlar. Biliyorum kısa oldu. Ama anlatılmaz yaşanır diyorum.
Ayrıca bu semineri bana haber veren Robert'e de teşekkür etmek isterim. 

Ja matane!

BAY YANLIŞ VE DOĞRU AHMET

Hepimiz hatırlıyor muyuz Bay Yanlış ve Doğru Ahmet'i? 80'lerde TRT de seyrederdik bu muhteşem ikiliyi. Karşıdan karşıya geçerken önce sola, sonra sağa ve sonra tekrar sola bakın diye kendini yırtardı Doğru Ahmet. Ne bileyim birden trafikten bahsetmek geldi içimden.

* Trafikte yeşil yansın geçelim diye beklerken, yeşil yandığında hala duruyorsanız kimse kornaya basmıyor. Az biraz sabrediyor insanlar.
Bizim memlekette sarı yandığında hala duruyorsanız kıyamet kopuyor. Birgün bu yüzden karakolluk olacağım.

* Yayasınız, yola adım attınız. Hiç düşünmeden, sağa sola bakmadan karşıya geçebilirsiniz. (Paris için geçerli olduğunu düşünmüyorum)
Bizim memlekette, ışık yayaya yeşil yandığında bile karşıdan karşıya geçerken düşünmeniz gerekir. Döndüğümüz zaman çarpılmasak bari.

* Hız sınırlarına dikkat etmek gerekiyor. Okul ve ibadet yerleri çevresinde 30km sınır var. Diyelimki siz 30'la değil 60'la gidiyorsunuz ve radara yakalandınız. Sınırı geçtiğiniz ilk 10km için 10€, sonraki her 1 km için 10€. Yaniiiii, çok şık bir trafik cezası sizi bekliyor.
Bizde de ceza var ancak bu kadar katlanarak gittiğini sanmıyorum.

* Işıklı kavşaklarda (döner kavşak olmayan dört yollarda), sola dönüş ile düz geçiş için aynı ışık kullanılıyor. Yani sola dönecek olana bir ışık düz gidecek olana ayrı bir ışık yanmıyor. Bu nedenle, eğer siz sola dönecekseniz ve karşıdaki de düz geçecekse, karşıya öncelik vermek gerekiyor. Yoksa istenmeyen sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Bazen bizdeki sistemi seviyorum :)

* Veee sellektör yapmak. Burada ota boka sellektör yapılmıyor. Sellektör yapıyorsanız birine yol veriyorsunuz anlamını taşıyor. Ben bunu öğrenmeden önce bir kamyon şöförüne epey bi saymış sövmüştüm. Meğer adamcağız bana yol vermek için sellektör yaparmış. Cehalet işte :)
Bizdeki sellektör yapma anlayışını hiç anlatmayayım.

Şimdilik aklıma gelenler bunlar.

17 Nisan 2011 Pazar

KEUKENHOF, LALELER VE HINTLILER


Keukenhof, çok güzel lale bahçeleri var.
Laleler, bu kadar güzellerini hiç bir arada görmemiştim.
Hintliler, bu kadar çok oldukları tek yer Hindistan sanıyordum :)


Keukenhof, Hollanda'nın güneyinde Lisse kasabası yakınında, yaklaşık 32 hektarlık kocamaaaaaaaaan bir lale, sümbül, nergis bahçesi. Bu sene 24 Mart - 20 Mayıs arasında açık. Giriş ücreti 14,50€. Sabah 8'de açılıyor ve akşam 19.30'da kapanıyor. Arabanızla giderseniz ( ki turla gitmek gibi bir seçenek de var) park etmek bir eziyet olabileceği için çok yakındaki Mc Donald's'ın otoparkına parkedip biraz yürümek seçeneğini tercih edebilirsiniz. Hem Mc Donald's'ın tuvaletini kullanıp hem de kahve alıp yürümek gayet keyifli oluyor. Biz öyle yaptık :) (Sanırım gittiğimiz her yerde böyle yapıyoruz. Türkiye'deyken Mc Donald's'ı bu kadar sevdiğimi farketmemiştim) Yalnız, bizim gittiğimiz gün geçit töreni vardı ve çok kalabalıktı. Bilet alacağımız kapıya ulaşmak zaman aldı. Ama başardık ve içeriye girdik. İlk giriş biraz sıkış tepiş olmakla birlikte etkileyiciydi. Belli bir süre yürümek ve fotoğraf çekebilmek için mücadele verdikten sonra kısmen daha rahat bir yere ulaştık. Renkler anlatılamayacak kadar güzeldi. Kaç çeşit lale gördüğümüzü bilmiyorum. Biz kendimizce çeşitli isimler taktık aslında, kıllı lale, çizik lale, sivri lale, kırçıl lale gibi... Ayşenur'la tüm aramalarımıza karşın siyah laleyi bulamadık. Var mıydı onu da bildiğimiz yok ya. Bahçenin dikkat çekici yanlarından bir tanesi etrafının kanallarla çevrili olması ve bu sayede kaçak girişin engellenmesi. Yani, ''ay şurası yola yakınmış, ben şu tarladan yardırıp çıkayım'' derseniz çıkamazsınız. Geldiğiniz kapıya paşa paşa gidip oradan çıkacaksınız. 

Tüm bu bahçe gezimiz süresince Avrupa kıtasında ne kadar çekik gözlü ve Hintli vatandaş varsa gördük sanırım. Tahminim İngiltere'deki tüm Hintlilerin geldiği yönünde. Ukem'e sorup teyit edicem Hint nüfusu azalmış mı diye.


Mis kokan bahçelerde gezip, bol bol fotoğraf çekip önce Mc Donald's'a oradanda Belçikamıza geri döndük. Belki her sene değil ama en azından bir kere görülmeli diye düşünüyorum (-uz). Ayrıca yola biraza daha erken çıkıp dönüşte Den Haag veya Rotterdam ziyaret edilebilir ancak, o kadar büyük bir alanı gezdikten sonra başka bir yere daha gitmek istemeyebilirsiniz yorgunluktan. Zaten dönüş trafiği de ayrıca bayıcı olabilir ve bu da daha fazla gezme isteğinizi köreltebilir. 


İşte böyle güzel insanlar. Daha fazla bilgi için www.keukenhof.nl 
sayfası ziyaret edilebilir.





16 Nisan 2011 Cumartesi

AYŞENUR'U KARŞILARKEN

Evet sevgili dostlar, birçoğumuzun bildiği üzere Ayşenur Belçika'ya geldi. Kendisini karşılamaya havaalanına giderken yol boyunca buraya geldiğimiz 1 Ocak sabahını düşündüm. Zaventem Havaalanından eve gelene kadar ''neden buraya geldik ki?'' diye kendimi sormaktan alamamıştım.
Hava kapalı, iç bunaltıcı, soğuk ve manzara grinin tonlarından oluşuyordu. Cuma günü öğlen Ayşenur'u almaya giderken etrafa baktığımda ise baharın renkleri gelmiş, yol bir güzelleşmiş, her taraf cıvıl cıvıl olmuş.

Ve karşılama vakti geldiğinde pek bi heyecanlandım, itiraf etmeliyim. Dojodan sevdiğim birinin geliyor olması beni çok mutlu etti. O kadar mutlu olduk ki, Ayşenur gelir gelmez kendisini Charleroi'deki Reyhan Market'e götürdük :) Eminim O'da çok heyecanlandı ama bize belli etmemeye çalıştı :) Darısı Belçika'ya gelmeyi planlayanların başına diyorum...

Mesela ukem Barış'ı burada görebilmeyi çok istiyorum. Ama Barış'ı öyle bir market ziyareti kurtarmaz, Brüksel'deki Türk mahallesine götürmeyi planlıyorum :D İşin şakası tabi, umarım bu taraflara gelebilir kendisi...

Aurevoir!

14 Nisan 2011 Perşembe

DEVLERİN EVİ (GIANTS' HOUSE)

Yaşadığımız Jurbise kasabasına çok yakın, küçük, güzel bir şehir var. Adı Ath. Ath, devler şehri olarak biliniyor. Hatta birde Giants' House var şehirde turistler için. Bu ne olaki dedik ve gittik bu eve. Tabiki benim beklentilerim yine çok yüksek. Adı ''devlerin evi'' ya devler yaşamış olmalı diye düşünüyorum. Kocaman kocaman sandalyeler masalar yataklar bekliyorum falan. Ortaçağ dönemi, devler, ejderler, aay çok heyecanlı.


Gişeye yaklaştık, ingilizce konuşmaktan çekinen ancak baktı ki anlaşamayacağız konuşmaya başlayan sevgili Isabelle bize biletlerimizi kesiverdi. Sonra yanındaki çırağına ''hadi bunlarla sen ilgilen'' olduğunu tahmin ettiğimiz birşeyler söyledi. Şirin kız önde biz arkasında eve doğru koşar adım gitmeye başladık. Meğer kızcağız hazırlık yapmak için koşuyormuş. Yabancılar için bant kaydı dinletiyorlar anlatmak yerine. Bizi girişte bir yere oturttu ve dinlemeye başladık. Fakat anlamak ne mümkün. Kayıt o kadar kötü ki, sanırım ses sistemide artık isyanlarda. O kısmı anlamadan başka bir odaya geçtik. Aynı eziyeti orada da gördükten sonra yandaki odaya girdik. Yandaki oda dediğim yer bambudan yapılmış bir devin eteğinin altı - ki bunu başka bir odaya geçerken koridor olarak kullanıyorlar- idi. Orada dinlememiz gereken ses kaydı, makinenin ''benden bu kadar'' demesi sonucunda dinlenememiş olup neden o eteğin altında bulunduğumuzu da anlamadık. Bundan dolayı sürekli koşuşturan ve özür dileyen ''şirin kız'' bizi tekrar başka bir odaya aldı. Burada bir video izleyeceğimizi el, kol hareketleriyle bize anlattıktan sonra oturup beklemeye başladık. Aradan biraz zaman geçti, ama herhangi bir gelişme yok. Sonra birden video başladı ama bu seferde ekrandaki görüntünün yarısı yok. Kız yine çok özür diledi, istersek paramızı iade edebileceklerini bir şekilde bize ifade etti, cihazlar bozulmuş. Son bir oda ve bahçe kalmış gezelim bari dedik, kızın emeğine yazık o kadar koştu bizim için :) Aynı sorunları tabiki orada da yaşadık. Son girdiğimiz odada izlediğimiz videodan anladığım; Avrupa'da bazı ülkelerde, belli bir tarihte bu devlerle ilgili festivaller yapıyorlar -söz konusu kahramanlardan biri Goliath- ve delicesine eğleniyorlar. Ama neden? İşte bunların cevabı sanırım o izleyemediğimiz ve dinleyemediğimiz, videolar ve ses kayıtlarında saklı kaldı. Neyse, bir festival zamanına denk gelirsek belki o zaman daha iyi anlarız.

Oooof oof turist olmakda zor yahu!!

ALICE HARİKALAR DİYARINDA

Hepimiz Alice'i çocukluğumuzdaki masallardan biliriz değil mi? Hani Alice birgün bahçede gezerken bir tavşan görür, ki bu tavşan elbiseler giymiş bir tavşandır ve bir tek Alice görür, tavşanı kovalarken tavşan bir deliğe girer, sanırım hayatında ilk kez o an (elbiseli) tavşan gördüğü için kendisi de merakını yenemeyip tavşanın arkasından o deliğe girer. Gerçi burada Alice'i eleştirmemek lazım, elbiseli tavşanı kim görse arkasından koşar sanırım :) Ama tabi Alice'in şizofren olduğunu unutmamak lazım.

Böyle bir giriş yapma nedenim bir tavaşan görmüş olmak:)  Bizim evin yan tarafında bahar geldiği için şu ara çiçeklenmiş boş bir arazi var. Bundan bir ay öncesine kadar yalnızca kargaların ziyaret ettiği bir yerdi. Şimdi biraz daha canlandı, artık kocaman bir tavşan, besili bir kedi, bir kaç sülün, kendilerine dodo demekten çekinmeyeceğim güvercinler, tabiki kargalar ve olmazsa olmaz tarla farelerim var artık. Aslında burada tavşan görmek ilginç bir durum değil heryer tavşan kaynıyor çünkü. Ah birde yakalayıp sevebilsem daha güzel olacak ammaaaa.....

10 Nisan 2011 Pazar

AYSEVIL

Cumartesi günü Aysevil'le buluştuk. Evet evet öğlen grubunda olan Aysevil. Düseldorf'a arkadaşına tatile gelen Aysevil, beni unutmamış, ta oradan bu tarafa beni ziyarete gelmiş. Ta oradan dediğim mesafe yaklaşık 3 saatlik bir mesafe :)

Adını gittiğimde öğrendiğim köyde (e doğal olarak, köy çünkü) buluştuk. Arkadaşının akrabasına gitmişler, bizde Seçkin'le gittik yanlarına.  Allah'ım dojodan birini görmek bu kadar mı mutlu eder insanı.

Aysevil'i görmenin yanısıra gittiğimiz evdeki mangal aktivitesine de katıldık. Ay o ne güzel bir olaydır, mangal muhabbeti. Hele birde gurbette olunca sanırım daha da tatlı oluyor.

Eh sırada Ayşenur var, sonra Gün, sonra.....

4 Nisan 2011 Pazartesi

NE BAŞLIK KOYSAM BİLEMEDİM

Bir pazar günü nasıl geçti? 

Bu Pazar büyük Brocante günüydü Mons'da. İnternetten baktığımda, Brocante saatlerini 5:00 am - 5:00 pm olarak veriyordu. Tabiki o saatte kalkıp gitmedik, ne mümkün. Biz Brocante'a vardığımızda saat 1:00 pm di :)  Yani neredeyse olayı kapatmaya gidecekmişiz. Yine her çeşit malzeme mevcuttu. Esas konumuz bu olmadığı için çok uzatmayacağım Brocante olayını. 

Navigasyon cihazını karıştırırken '' chocolate outlet'' diye bir yer gözüme ilişti. Çikolatanın outlet'i mi olur? diye sormayın, evet var. Bruksel'de bir yer. Size daha fazlasını söylemek isterdim ama ne yazık ki kapalı olduğu için kırık çikolataları mı satıyorlar yoksa daha da kötüsü bayat çikolataları mı satıyorlar bilemedik.

O zaman dedik, Decathlon'a gidelim spor malzemelerine bakalım. Tekrar yola koyulduk, Decathlon'a geldik, kapı duvar. Kapalı. Neymiiiiiiiiiş, pazar günleri Brüksel'de de heryer kapalı oluyormuş. N'apalım diye düşünürken bizim kız geliyor 15'nde gidip bi Leuven'e bakalım nasıl bir yermiş acep dedik. Koca Leuven'in de kapalı olacak hali yok ya!

Leuven, aslında güzel bir şehir. Ama bizim şehre girdiğimiz yer sanırım az biraz sanayi bölgesi idi. (Şehre nereden gireceğiniz önemli tabi, biz kutsal cihazın aklına uyduk sanayiden girdik, tabelaları takip etsek belki daha iyi bir yerden girerdik) Kocamaaaaan Stella Artoise Bira Fabrikasından sonra otobüs duraklarına ve tren istasyonuna geldik - ki bir sürü öğrenci bekliyordu-.  Şehir merkezine yakın olduğunu tahmin ettiğimiz bir yere parkedip yürümeye başladık. Bir meydana geldik, canlı müzik hazırlıkları vardı.
Aylar sonra canlı müzik duyacak olmak heyecan yarattı bünyede. Yalnız ters bir durum vardı, bütün o güzel ses düzeni, hazırlıklar koca katedralin kapısında yapılmıştı. Sonra sorup öğrendik tabi ne olduğunu. Evet bir çeşit konser olacakmış. Aylardır süren restorasyon çalışmaları nihayet bittiği için ilahiler eşliğinde açılış kutlamaları varmış. O meydanın hemen yanında başka bir meydan daha var. Sanırım orası da Hükümet Konağı meydanı olsa gerek. Hemen bir sokaktan devam ederek başka bir meydana daha geldik. Geldiğimiz sokakta Mc Donald's ve yan komşusu İstanbul dönercisi bana memleketimin kokusunu getirdi :) Sokağın sonunda çıktığımız meydana ben ''cıvır meydanı'' adını koydum. (Ayşenur, meydanın gerçek adını sen öğreneceksin, bi de bu anlattıklarımı not ettin mi?) Neden cıvır meydanı? Çünkü cıvır cıvır genç insan kaynıyordu, sanırım öğrenci mekanı oralar.

Ayşenur, Leuven gayet güzel ve çok seveceğini düşündüğüm biryer, için rahat olsun. Hadi gel artık :)

1 Nisan 2011 Cuma

BIRALAR-2













TOURNEY: Üreticisi '' Brasserie de Cazeau ''. Altın renkli bira. Alkol oranı % 6,7. Hafif acımsı, içimi rahat, bulanık görünümlü bir  bira. Filtreleme ve pastörizasyon yapılmıyor. İçtikten sonra da damakta hafif acımsı bir tat bırakıyor. Patates kızartmasıyla da peynirle de süper olur, hatta üçü bir arada daha da güzel olur sanki. Daha ne diyeyim, gelin için arkadaşlar.

QUINTINE AMBRÈE: Adından anladığınız üzere Amber bira. Bir ale çeşidi. Alkol oranı % 8.5. Karamel eklenmiş, kızıl sarı, hafif acı, bulanık görüntülü bir bira. Üreticisi '' Brasserie Ellezelloise''. Sembolü süpürgesi üzerinde uçan bir cadı. www.brasserie-ellezelloise.be sayfasına bakarsak ürettikleri diğer biraları da görebiliriz. Gruut Ambree daha güzel içimliydi sanki. 

DUCASSIS: Üretici firma '' Brasserie des Gèants'' (Giants' Brewery). Üst fermentasyon biraları arasında ilk kez frenk üzümünden yapılmış olanı. Alkol oranı %3. Rengi, kan portakalı renginde, berrak. Yapımında şeker kullanılmıyor, doğal meyve şekeri ile yapılıyor. % 30 oranında frenk üzümü suyu kullanılıyor. Diğer bira çeşitlerine bakmak isterseniz www.brasseriedeslegendes.be sayfasını ziyaret etmenizi öneririm. Çooook lezzetliydi!!!

GRUUT AMBRÈE: Gruut biralarının en önemli özelliği, biraların yapımında şerbetçi otunun kullanılmıyor olması. Bunun yerine herb (ot, bitki, şifalı bitki, siz hangisini kullanmak isterseniz) kullanılıyor. Daha önce ''biralar 1'' de Gruut Inferno'yu yazmıştım. Amber'in alkol oranı % 6.6, koyu bakır renkli bir ale. Yumuşak içimli, bitince ikinciyi içmek isteyeceğiniz bir bira. Yanında peynir güzel gider. Peynir dediysem öyle tam yağlı beyaz peynir değil. Kaşar türü peynirler. Bira festivallerinde standalardan biri mutlaka ''fromage'' (peynir) standı oluyor. 

MYSTIC PÈCHE: Şeftali suyu mu yoksa bira mı diye düşünebilirsiniz içtiğinizde. Alkol oranı % 3.7. 
Deniz kenarında otururken, canınız hafif alkollü bir şey isterse ve gittiğiniz o yörede de bu biradan varsa hiç düşünmeden için derim. Yapımında % 26 civarında doğal şeftali suyu kullanılıyor, öyle tatlandırıcı falan değil yani. Üreticisi ''Haacht Brouwerij (Brasserie/Brewery)''. Başka meyveli biraları da var. Eminim onlar da çok lezzetlidir. (www.haacaht.com)

LA TROUFETTE BROWN: Üreticisi '' Brasserie de Bastogne''. Sembolü domuz üzerindeki mutlu çocuk :)) %6.8 lik alkol oranı ile kendisi güzel bir ''brown ale''. Kavruk ve acımsı bir tadı var. İçtikten sonra da damakta bıraktğı acımsı tad devam ediyor. Adından da anlaşıldığı üzere koyu renkli. Doğal fermentasyonla yapılıyor, yapımında filtreleme ve pastörizasyon yok. 






**
Aşağıdaki biralar ise festival dışında tadılmış biralardır, bilgilerinize...


STELLA ARTOIS: Lager tipi bira. Hafif, altın sarısı, patlamış mısır ve patatesle güzel gidecek, Efes kıvamında bir bira. Alkol oranı %5. Belçika'nın Leuven yöresinin birası ancak İngilere'de de üretilmekte.
Burada her markette rahatlıkla bulunabilecek bir bira.

WATERLOO TRIPLE 7 TRIPLE: Çok güzel sarışın bir bira kendisi. Alkol oranı % 7.5. Çok acı olmayacak kadar olgunlaştırılmış, güçlü tadı olan bir bira. Servisini, Hıristiyanların özel ayinlerinde kulladıkları topraktan şarap kadehinde yapıyorlar. Ay yok içmem ben o zaman gibi bir tribiniz varsa cam bardakta da veriyorlar. Ama orjinal servisi çok güzel. Hafif yeşil elmalıymış gibi çok hoş bir tadı var. Hele Namur kalesine şehir merkezinden dolanıp yürüyerek çıktıysanız ve doğal olarak yürüyerek indiyseniz, o zaman bu bira süper oluyor :)

WATERLOO DOUBLE 8 DARK: (Aynı yürüyüşün sonunda bunu Seçkin içti, ben ucundan tadına baktım) Alkol oranı % 8.5. Hafif kavrulmuş malt ve şerbetçiotundan yapılıyor. Hafif karamelize bir tadı var. Servis aynı şekilde, özel kadehlerinde yapılıyor. (Belçika'da her biranın kendi bardağı var, ve evet o kadar çok bardak var ki...)

Waterloo biraları eskiden, savaşçılar için ve nekahat dönemindeki hastalar için üretlirmiş.

HOEGAARDEN: Çok güzel bir buğday birası. Beyaz bira. İçimi çok güzel, yumuşak. Tadının özelliği ise portakal kabuğu, kişniş ve baharatlardan geliyor. Alkol oranı % 4.9. Dışarıda bu birayı içmek isterseniz altıgen bir bardakta geliyor, orjinal servis şeklli buymuş. Ama evde tüketirseniz istediğiniz bardağa koyup  içebilirsiniz :)

YASUNO MASATOSHI SHIHAN SEMİNERİNE BİR BİLET LÜTFEN...

Eveeeeet sevgili arkadaşlar, Aikido ile ilgili birşeyler yazmayalı epey olmuş. Bu seferki faaliyetimiz Honbu Dojo, 7. dan Yasuno Masatoshi Shihan'ın semineri.

Bu seferki seminer maceramda Fransızca ve yol bulmak gibi sıkıntılar yaşamadım. Seminer Brüksel'de olduğu için kutsal navigasyon cihazına adresi girince, seminer yerinin kapısına vardık. İçeri girdiğimde kayıt için uzunca bir sıranın beni beklediğini gördüm. Sıraya girdim, seminer ücretini ödedim ve hızla soyunma odasına gidip üzerimi değiştirdim. Koşarak mindere çıktım zira seminer başlamak üzereydi.

Seminerin ne kadar kalabalık olduğunu şöyle tanımlamak istiyorum; selam verdiğimizde önümüzde oturanın kaba etlerine burnumuzu hafifçe değdirecek kadar yakındık. Selamlamadan sonra ısınma hareketlerine başladık. Isınma süresince, ağzıma yanımdakinin eli mi, önümdekinin ayağı mı girecek diye kendi kendime bahis oynamaya bile başlamıştım. 

Seminer yaklaşık 2 saat kadar sürdü. Bu süreçte bir sürü farklı dojodan, bir sürü farklı milletten insanla çalışma fırsatı yakaladım. Bu seminerde her çekik gözlüyü Japon sanan ben, Çinlinin tekine Japon muamelesi yapınca, bi de üzerine birlikte çalışıcaz diye tutturunca kız biraz bozuldu, ama bana ne tabi, tınnnn! Bir çok seminere katıldım, ama hiçbirinde teknik çalışan insanların göz göze geldiklerinde birbirlerine göz kırptıklarını görmemiştim. (Bu arada birbirini tanımayan insanlardan bahsediyorum)  :))) Bir çeşit ''hoşgeldin'' olabilir.

Teknikler için yorum yapmak istemiyorum, her hocanın kendine özgü bir tarzı olduğunu her zaman söylerim. Ama şunu farkettim seminerde, hocamı ve tekniklerini özlemişim.

Seminer boyunca kenarda beni bekleyen Seçkin de boş durmamış etraftaki insanlarla iletişmiş. Bunlardan bir tanesi yine 6. dan bir hoca. ''Ki Aikido'' çalışıyormuş. Koichi Tohei ekolünden geliyor yani kendisi. Koichi Tohei ismini duyduğum zaman aklıma hep ''birisi'' gelir. Tırnak içinde yazmamdan anladığınız ya da anlamadığınız üzere kendisini hiç sevmem. Adını burada zikretmek istemiyorum kendisinin. Bu şahıs Koichi Tohei'nin ki enerjisini kullanarak Aikido yapmasını ilk zamanlar hayranlıkla karşılarken, Tohei Sensei'nin kanserden öldüğünü öğrenince, ''o zaman ki falan kullanmıyormuş, bak kanserden ölmüş, ki kullansa kendini iyileştirirdi'' diye gerizekalı ötesi yorumuyla beni hayretlere garketmişti. Bir de bunun üzerine güvercinlerin ne kadar aptal olduğu, hemen havalansa ezilmeyecekleri (helikopter gibi havalanmalarından bahsediyor kendisi) yorumunu yapınca tamam dedim, bunun kafa tamam olmuş. Aman kendisi minderlerimizden eksik olmasın ki beni güldürmeye devam edebilsin. Neyse efenim nerede kalmıştık, hah! Ki Aikido diyorduk. Tanıştığımız bu hocanın da adresini aldım, bir ara onu da ziyaret etmek isterim, gerçi kendisi prostat ameliyatı olacakmış. Herhalde ben dönmeden iyileşmiş olur. Allah'tan kendisine acil şifalar dilerim pek bi güler yüzlü idi kendisi. Bu hocada başka bir hoca ile tanıştırdı, o da 6. danmış. Gördüğünüz üzere arkadaşlar burası 6. dan kaynıyor, elinizi sallasanız 6. dana çarpıyorsunuz. Ama tabi hangisi ile çalışmak iyi orası bilinmez.

Haftaya başka bir seminer maceram olacak bir aksilik olmazsa. Bakalım o nasıl geçecek. Hoca ile ilgili çok övgü dolu sözler işittim.

Hoşça kalın cicilerim!