19 Haziran 2011 Pazar

ISABELLE'IN ÇİFTLİĞİ

Isabelle benim Fransızca hocam. Biz umutsuz öğrencilerini evine (!) davet etti. Burada yine şunu tekrarlamak istiyorum, (sanırım bunu daha önce Pam'lerin yaşadığı şato için de söylemiştim) eğer Isabelle'in yaşadığı yere ev diyorsak bizimkine ne diyoruz, bizimkine ev diyorsak Isabelle'inkine ne diyoruz. Ben, kocamaaaaan bir çiftlik diyorum.

Haftalar öncesinden bu davet işi kararlaştırıldı. Birkaç defa tarih değişti ve en son bugünde karar kılındı. En son derste Isabelle'e nasıl ulaşıcazın tarifi yapıldı. Eğer navigasyonla gelecekseniz dedi (başka nasıl ulaşabilceğimiz konusunda en ufak bir fikrim yok, öyle posta adresinizi alayım ben bulurum gibi delikanlılıklar çok anlamsız burada) yaklaştığınızda navigasyon sağa dön derse siz sola dönün dedi. Tabiki herkes soru işaretleriyle baktı ama yapacak birşey yok. Herhalde koskoca kadın evini bizim navigasyon cihazından daha iyi biliyordur dedim içimden.

Bu sabah yine muhteşem ötesi (!) bir Belçika sabahına uyandıktan sonra, o kasvetli hava ile birlikte düştük yollara. Tabi bir o kadar muhteşem Belçika trafiği beni benden aldı sabah sabah. Ülkemin bitmek bilmeyen yol yapım çalışmalarından sonra Belçika'nın bitmek bilmeyen yol çalışmalarına da denk gelmiş olmak beni ayrı bir bahtiyar ediyor. Neyse, birkaç "take the exit" yaptıktan sonra son birkaç kilometrede geldik bir yol ayrımına. Cihaz dedi "sola dön", ben bekliyorumki o sağ diyecek, bende "heheh yemezler sol" diyeceğim. Ama en baştan sol dedi. Döndük sola.

Bu gördüğünüz yolun başına geldik. Şöyle bir baktım, acaba bu yol bir çiftliğe çıkar mı ki dedim içimden hemde dışımdan. Yanımda Çiğdem var, birbirimize biz nereye geldik acaba dedik. Sonra sevgili navi (navigasyon cihazına kısaca navi diyeceğim bundan sonra), "you have reached your destination" diye bağırmaya başladı ama görünürde herhangi bir yaşam  belirtisi yok. Varda bizim katılacağımız türden.

Biraz daha devam edince bir bina göründü. Sonra giderek çiftliğe benzemeye başladı. Kapısında durdum ve Çiğdem arabadan atlayıp, elinde Isabelle'in kartviziti ile Isabelle'i sormaya gitti. Sorduğu kişi Isabelle'in eşi çıkınca bir oh çektik ve park ettik.

Randevumuz 10'daydı ve biz geç kalmadan varmıştık ama kadıncağızın iki ayağını bir pabuca sokmayı başarmıştık. Yolu bulamayıp gecikeceğimizden emindi sanırım. Mutfağına gittik ve ben o karışık mutfağa bayıldım. Eski, dökme demirden fırın, taze toplanmış yumurtalar, mutfağa geldiğimizde fırından çıkan taze ekmek...

Sonra yavaş yavaş arkadaşlar toplanmaya ve masanın üzeri kalabalıklaşmaya başladı. Grup tabiki yine fıkra gibiydi. Herkes kendince birşeyler yapıp getirmişti. Ben bu masanın hayali ile zaten birşey yemeden gitmiştim. İnsanların toplanmasını beklerkende bir hayli acıkmıştım. Herkesin geldiğine kanaat getirdikten sonra Isabelle, bize yeni doğmuş (yalnızca 3 günlüktü) keçi yavrusunu ve diğer hayvanlarını göstermeyi teklif etti.

Arabayı parkettikten sonra karşılaştığımız kocaşan köpeğin dışında başka hayvanlar olduğunu bilmek tabiki beni çok mutlu etti. Köpekceğiz pek dost canlısı görünmediği için yakınlaşamadık kendisi ile. Zaten Isabelle'de onun bu özelliğinden dolayı kafesine kapatmıştı.

Isabelle 3 günlük tatile gittiğinde ve eşide evde yokken doğuvermiş arkadaş. Eve döndüklerinde bir bakmışlar yavru keçi geziniyor. Biz "aay ne şiriiiiin" diye çırpınırken, Isabelle çanta gibi taktı koluna yavru keçiyi getirdi. Tabiki hemen atladım ben bunu sevicem diye. Kendisi benim kediler kadardı. Başta biraz korktu ama sonra o da anladı güçlü kollarımda güvende olduğunu :))) Ben kendisine kırılacak bir eşya muamelesi yapıp yere koymaya çekinerek Isabelle'e vermeye çalıstığımda bana "Bırak o kendisi gider, annesini bulur. Biz yokken doğmuş baksana" dedi. Bende bıraktım, tabiki koşa koşa annesini buldu. Annesi, kendisini kirlettiğimizi düşünerek bir güzel baştan ayağa yaladı yavruyu. O sırada Isabelle tavşanlarını sergiye sunmuştu. Birbirinden şirin bir sürü tavşan bir anda yaşadıkları yerden dışarıya kaçmaya başladılar, ama tabi bu konuda tecrübeli Isabelle hepsini toplayıverdi. Daha sonra büyükbaşların bulunduğu bölüme geçtik.

Çok insancıl olan bu dostlarımız, yaklaştığınızda sizi yalamaya çalışacak kadar sevgi dolular. Daha önce fotoğraftakinin benzeri bir tanesi tarafından kovalanmış olduğum için ben çok sempatik bakamadım kendisine. Ama olsun hayvan hayvandır, severim. Isabelle hayvanların karnını doyururken ben içimden artık bizimkini de bi doyursak Isabelle hı? ne dersin? diye geçirmeye başladım.

Neyseki çok oyalanmadan masaya gidip tabakları doldurmaya başladık. Biraz daha oyalansaydık sanırım bayılacaktım. Sonra klasik muhabbet başladı. Onu nasıl yaptınız, bunu nasıl pişirdiniz, mümkünse tarifini alsak falan filan. Hoş sohbet ve muhabbetin ardından hoşça kal demenin zamanı geldi. Salı günü derste görüşürüz dedik ayrıldık.

Çıkışta tavukları farkettik. Onlar gördüğümüz bütün hayvanlardan daha insancıldı. Bizi görür görmez koşarak yanımıza geldiler.











Onlara da hoşça kal deyip yola koyulduk ve yüreğimizin götürdüğü yere, Reyhan Market'e gittik :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder