22 Eylül 2011 Perşembe

TERRY FOX KOŞUSU

Koşu geçtiğimiz cumartesi S.H.A.P.E. üssünün içinde yapıldı. Öğlene doğru saat 11'de başladı koşu. Koşmak için 5 ve 10 km'lik iki ayrı mesafe vardı. Benim bünye ancak 5 km kaldırıyor, umarım buradan dönüşte 10 koşuyor olabilicem.

Her neyse, gidip kayıt olduk koşmak için. Hava buz gibi. 11 oldu başladık koşmaya. Güzel güzel koştuk arkadaşlarla. Delphine haber vermişti koşuyu, dizi sakat olmasına karşın yine de geldi. Pat de vardı. Koşunun sonunda birer kayış gibi hamburgeri mideye indirdikten sonra akşam planını yaptık, sertifikaları aldık ve eve döndük. Saat 11'deki koşu için anlatabileceğim herşey bu kadar.




Peki kim bu Terry Fox? Babamın oğlu mu da koştum tanımadığım adam için? Hayır en ufak bir akrabalığımız yok tabiki.

Ancakm böyle bir koşu yapılacağını duyduktan sonra biraz araştırmak yetti internette. Genç yaşta kemik kanserine yakalanan sportmen, yardımsever Kanadalı bir kardeşimizmiş kendisi. Kanser olduğunu öğrendikten bir süre sonra bacağının tekini kesiyorlar. Ve o bacağın yerine takılan tahta bacakla "umut maratonu"nu başlatıyor. 1981 yılında 23 yaşındayken aramızdan ayrılmış.



Daha çok bilgi edinmek isterseniz wikipedia yardımcı olabilir size. Veya www.terryfox.org sayfasına bakabilirsiniz.

Artık kendi kendime "koşamıyorum ama ben" demiyorum. İsterseniz koşabilirsiniz. Her işte olduğu gibi yine istemek önemli.

Hayatınızdan sağlık eksik olmasın!!

14 Eylül 2011 Çarşamba

MENEMENİ YAPIVEDİM SUYUNADA EKMEK BANIVEDİM

Şimdiiiii bu bir sabahkahvaltısı hikayesi olacak. Ve pek tabiki yine fıkra gibi olacak, neden kahvaltıya gelecek müsafirlerden biri Fransız, biri Yunan, üçü Amerikalı.

Hatırlarsanız Marty'nin bahçesinden kabak toplamıştım. Hah işte o kabakları bu kahvaltı için toplamıştım. Kahvaltıda kabak ne alaka diye ekrana bakıyosunuz biliyorum, Marty'de yüzüme öyle bakmıştı :) Adamcağız herhalde sabah sabah kabak yememiştir ömrü hayatında. Kabağın zaten sevimsiz bir sebze olduğunu düşünecek olursak kendisi mücver ve börek dışında pek hatırlanmayabilir.

Tahmin ettiğiniz üzere bende kabakları ve karton yufkaları sihirli değneğimle böreğe dönüştürüverdim. Eh bir gün öncede Candan Market'e boşu boşuna gitmemiştik. Türk kahvaltısı pastırmasız, sucuksuz olur mu hiç? Olmaz. Hatta işi reçel yapmaya kadar götürdüm. Bulduğum güzel çilekleri de reçele çeviriverdim aynı değnekle. Hasretini çektiğim o kıl biberlerden de buldum Candan Market'te.

Bayram sabahı kahvaltısını andıran bir kahvaltı oldu aslında bizim için. Bu sene yapamamıştık, güzel oldu. Müsafirlerimiz geldiğinde fırından henüz çıkmış börek, ocaktan yeni inmiş menemen ve sucukla birlikte masa tamam olmuştu. Hepsi hayret dolu gözlerle masaya bakıyorlardı. Çünkü alışık oldukları kahvaltıdan çoook uzak bir kahvaltı bekliyordu onları :)

Marty böreğin içindekinin o sevimsiz kabaklar olduğunu öğrenince yüzüme hayretler içinde baktı. ( Bir gün öncede hayretle bakmıştı ama bu seferki farklıydı) Sonra diğerleri de öyle baktı, bir tek Yunan kardeş yadırgamadı durumu. Eh tabi Osmanlı mutfağının güzel örnekleri bunlar, onlarda bilirler :) Börek ve menemen top10'da ilk sıraya yerleştiler. Arkasından pastırma ve kahvaltılık ezme geldi. (hani biber ve doşates salçası karışımına çeşitli baharatlarla birlikte ceviz, fındık kırığı konulan ezme)

Gelen ilk soru "siz hep böyle mi kahvaltı ediyorsunuz?" oldu. Ondan sonra klasik o ne, bu ne soruları başladı. Kahvaltı bittiğinde herkesin gözleri yarı baygın bakmaya başlamıştı. Hemen Türk kahvesiyle taçlandırdım midelerini. Herkes mutlu mesut ayrıldı.

Ben çok sevdim bu Türk mutfağını tanıtma işini. Sanırım insanların yüzündeki o yemekten sonraki mutluluk ifadesini görmek hoşuma gidiyor. Acaba Aikido işini bırakıp yemek işine mi girsem, hı?

BRÜKSEL BİRA FESTİVALİ

Sevgili bira severler, yeni bir bira festivalini anlatmaktan dolayı mutluyum. Aslında festival yeni değil, bilmem kaçıncınsıdır kim bilir ama epeydir bir bira festivalinden. Dolayısıyla yeni dememde sanırım bir sakınca yoktur.

Tabi bira festivaline ulaşana kadar ki süreç var birde.

Marty'nin bahçesindeki kabakları toplayıp (bu ayrı bir hikaye, bir sonraki konu bu olacak sanırım) kahvesini içtikten sonra düştük yollara. Bu arada yine bir Türk marketine gitmek gerekiyor ama Reyhan'a gidersek yol uzamış olacak. Ulaş zaten sevmediğimiz bir tanesi, eh dedik o zaman ufkumuzu genişletelim ve Brüksel'deki Candan Marketi keşfedelim. Ne o öyle iki marketle sınırlı tutmamak lazım olayı. Candan Market'in adresini girdik Navi'ye.

Brüksel'e girdikten sonra Navi'nin "you have reached your destination" diye bağırmasına yaklaşık 2 kilometre kala Çin işi Japon işi var mı bunun gibisi dedirten bir yere geldik. Hayır hayır sandığınız gibi Çin mahallesi falan değildi. Hemen bir kenara parkedip ne ki buralar turuna çıktık. Çin ve Japon Sanat Müzeleriymiş. Tabiki saat 4 sularında kapandıkları için gezmek mümkün olmadı. Bir dahaki sefere deyip Japonları geride bırakacak kadar çok fotoğraf çekip koşarak oradan ayrıldık.

Binanın önündeki o küçük, turuncu şey ben oluyorum :)

Shaarbeek, Türk Cehennemi. Yolculuk başladı. Shaarbeek sınırlarından girdiğimiz anda Türkiye'de miyim yoksa Belçika'da mı diye beynim bir bulandı. Aslında Türk Cehennemi diyorum ama başka azınlıklar da var. Mesela Faslılar. Ama yinede mahallede ezici üstünlük bizde. Çok uzun süredir trafik ışıklarında beklerken korna sesi duymamıştım, kulaklarımın pası silindi. Zaten Aralık ayında vatan topraklarına dönmeden önce Shaarbeek'e gidip bir hafta kadar "vatana uyum kursu" göstericem kendime.

Candan Market'in otoparkında Seçkin park için kazınırken ben alacak listemi kapıp içeriye koştum. Bizim Reyhan'dan büyük, ürün çeşidi daha fazla. Hızla alışverişi tamamlayıp meydana yakın olduğunu tahmin ettiğimiz bir yere parkedip, bize ağırlık yapan bir miktar bozuk parayı makineye atıp, aldığımız kağıdı arabanın alnına yapıştırıp koşaradım Grand Place'a bira festivaline gittik.

Tabiki meydan hıncahınç dolu. Birde festival alanını çitle çevirmişler. Giriyorsunuz ama çıkabilecğiniz şüpheli. Çıksanızda sanki birşeyleriniz eksik çıkacakmışsınız gibi. Bu aklınız olabilir, çantanız olabilir, herhangi birşey olabilir yani. Bira çeşitleri yine akılları durduran türden. Artık büyük çoğunluğunu biliyoruz ama bizim için yeni olanlarda var. Ve fakat biralara ulaşmak mümkün değil standların önleri insan yığılı, sanırsınızki bedava dağıtıyorlar. Tabi bu arada biraları para verip almıyorsunuz, önce dışardan jeton almanız gerekiyor. Bu arada festival alanından çıkarken çanta kontrolü yapılıyor bardaklar yürümesin diye.



Baktıkki bu kalabalık beni ruh hastası edecek ivedilikle çıktık. Festival alanından çıkıyorsunuz ama meydan zaten bira içebileceğiniz bir sürü güzel mekanla dolu. Onlardan bir tanesine oturup, gelip geçene bakarak soğuk biramızı içtik.

Belçika'da şu ana kadar katıldığım en güzel bira festivali Zythos'du. Sanırım öyle kalmayada devam edecek. Daha önümüzde 2,5 ay kadar bir süre var (Eylül'ü saymıyorum), belki fikrimi değiştirecek başka bir bira festivali olur.

Cheers!

7 Eylül 2011 Çarşamba

CHATEAU DE ROUVEROY'DA BÖREK ÇALIŞMALARI

Şato ve börek ne alaka diyeceksiniz, farkındayım. Kel alaka. Ama hatırlarsnız Fransızca sınıfından arkadaşım Pam şatoda yaşıyor diye bir kaç defa konusu geçmişti. İşte o Pam'le Reyhan Market'ten aldıklarımızın bir kısmını değerlendirelim dedik. Kendisinin Türk mutfağına biraz ilgisi var, olmasa Reyhan'da ne işi var değil mi? Börek yapmayı öğrenmek istiyormuş, tamam o zaman dedim.

Pam'le hem bana hem ona uygun olan günü kararlaştırdık. Sanırım geçtiğimiz perşembe idi. Konuştuğumuz saatte verdiği adrese gittim. Bildiğiniz şato. O dönemdeki güvenlik önlemleri gereği etrafı su dolu (kanal görünümünde) hendekle çevrili hallice bir şato. Dış kapı açıldı, arabayı Pam'in söylediği yere parkettim. Bizimki koşarak merdivenlerden indi, arkasındanda bütün gün şatonun bahçesinde koşup coşan köpek kardeşler geldi. Kendilerini bir miktar mıncıkladıktan sonra yukarıya Pam ve ailesinin yaşadığı daireye çıktık. Şatonun sahibi şatosunu apartman gibi kullanmaya karar vermiş. İçeriye bir yük bir de insan :) asansörü yaptırmış. Bahçe fotoğrafta görüldüğü gibi bakımlı değildi, aslında bütün bina bakım - onarımdaymış. Her katta her köşede tarihin bir parçası duruyordu. Mesela Pam'lerin dairesinde 18. yüzyılda kocaman bir tabak dolabı vardı ve ev sahipleri çok dikkatli kullanmaları konusunda uyarmış kendilerini. Ben böyle bir sorumluluk almak ister miydim bilmiyorum açıkcası.

Şato demek istiyorum ama dilim varmıyor. Çocukluğumuzdan beri beynimize kazınmış bir şato şekli vardır, hani filmlerde - dizilerde izlediğimiz, yüksek kuleleri olan, zindanları olan. Zaten ilk hayal kırıklığımı Beloile Şatosu'nda yaşamıştım.Çiftlik evinden daha büyükçe olan bu binalara şato denmesi beni biraz şaşırtmıştı ilk zamanlar. Bu arada kısa bir bilgi vermek istiyorum Rouveroy Şatosu ile ilgili. 1782'de yapılmış ama tarihi taaa haçlı seferlerine kadar gidiyor. Özellikle 1691'de Mons kuşatma altındayken bina bir çok olaya şahitlik etmiş. Yani çok merak ediyorsanız internetten arayıp bulabilirsiniz.

Börek imalatına başlamadan önce etrafı biraz gezelim, hayvanları tanıyalım dedik. Önce Pam'ın Fransızca sınıfındayken anlattığı, o dönemin kuzuları şimdinin koyunlarını ziyaret ettik. Oğlanlarla kızları ayrıdık dedi Pam. Neden? diye sormadım, malum ateş - barut olayı :)) Kızların ziyaretini tamamlayıp oğlanların tarafına geçelim dedik. Yolumuz üzerinde 700 yaşındaki ağaç beni benden aldı. Ağaç uzmanları gelip bakmışlar.

Oğlanları da ziyaret ettik. Baba olan - adı Male, bu arada bütün hayvanların bir ismi var - son derece insancıl. Kendisinden başka bir iş ya da canlı ile ilgilenirseniz burnuyla dürtüyor. Hatta ittirerek bulunduğunuz yerden sizi uzaklaştırıyor. Pam bu arkadaşı bir gün köpeği ile birlikte yürüyüşe çıkarmış. Niye şaşırdınızki evcil koyun olamaz mı yani? Neyse oğlanlardan sonra eşekleri ziyaret edip eve geri döndük.

Tabiki böreğin detaylarına girip hem kendi içimi hem de sizinkini baymayı planlamıyorum. Ama bu böreği yaparken Pam'le birlikte bende onun kadar heyecanlı idim. Kartondan az yumuşak yufkamsı şeylerle börek yapmaya çalışmak ayrı bir beceri gerektiriyormuş. Ama herşey yolunda gitti ve o "şeylerden" börek oldu. Şimdi Pam'in yapmayı öğrendiği böreği iyice sindirmesini bekliyoruz sıradaki yemek için.

Bakalım bir sonraki yemeğimiz Şato mutfağından ne olarak çıkacak.

Bon appettit!